22 Mart 2015 Pazar

Bir günahkar, günahlarını ruhunda söndürür

Kaçıp gidenlerin, gittikleri yerlere çok özeniyorum bazen. Diyorum ki, sen de git! Git buralardan, her şeyi, herkesi bırak arkanda diyorum. Kimseyi düşünmüyorum o anlar, dünyanın en bencil insanı olup çıkıveriyorum. Nasıl olsa kimsenin kimseye ihtiyacı yok. Hem şu zamana kadar kim gitme demişte giden vazgeçmiş gitmekten. Onlar filmlerde oluyor, bazen tabi...
   Ama bilirsin ki yolun sonuna gelene kadar seçimlerine sahip çıkmalısın. Çünkü hayatında ki her güzel şeyin sorumlusu sen, her boktan şeyin sorumlusu kader oluyor. Boku hiç kendimizde aramıyoruz. 
    Küçüklüğe geri dönmek istiyor, bir türlü dönemiyoruz. 

Şimdi oturmuş içiyorum hayvan gibi. Arka fona koymuşum bir köpek öldüren müzik, yaralarımı kanırta kanırta kesiyorum. Sonra düşünüyorum şu geçen seneleri. Kimler gelmiş, kimler geçmiş. Ben gitme demişim, onlar gitmiş. Onlar bana gitme demiş, ben gitmişim. Birileri beni çok sevmiş, yastığının üzerine bırakmışlar özlemlerini, ben ağlamaktan gözlerim yaşlı, birileri hep hayal etmişim odamın en zifiri köşesinde. Köpek gibi sevmişim, köpek gibi sevilmişim. Yeri gelmiş köpek gibi ölmüşüm, köpek gibi öldürülmüşüm. Unutmak için kullanmışım insanları, unutulmam için kullanılmış insanlar. 
        Ben hangi acıyı çekmişsem, hangi duyguya boğulmuşsam, birilerini de sürüklemişim yanımda. Bu hepimiz için geçerli. Hepimiz bencil hayvanlar değil miyiz? Hepimiz sonunu düşünmeden, heveslerimiz ve o bir anlık heyecanlarımızla hareket etmiyor muyuz? Kimin canı acır, kime zarar veririz değil, nasıl acı çekmem, nasıl zarar görmem diye uğraşmıyor muyuz?
    Hepinizden nefret ediyorum çoğu zaman, ama öncelikli kendimden. Bunları düşününce insanlığın hiç yakışmadığı biz insanlara hem kızıyor, hem de gülüyorum. 

     Böyle zamanlarda; en çok aklımı özlüyorum. 

 Sonra şimdiye bakıyorum. eskiden kolaydı bir insana bağlanmak. Güvenmek, sevmek, dokunmak. Kolay Kolay yaşanırdı. Hiç korkmazdı insanlar. Çünkü daha yeni yeni keşfetmeye başlamışlardı bu duyguları. Ve tek eskimeyen duygulardı. Dokundukça dokunasın, sevdikçe sevesin, güvendikçe güvenesin gelirdi. Hepsinde kendini tatmin ederdin sen, karşında ki sana yardımcı olurdu. 

     Bak şimdi canım insan, ne sevebiliyoruz adam akıllı, ne dokunabiliyoruz ne de güvenebiliyoruz. Hiç boku atma başkalarına. Bunu biz yaptık. Bize yetmedi çünkü sevgi, dokunuş, güven. Biz sevgiler istedik, dokunuşlar istedik, güvenler istedik. Biz hep elimizdekinin değerini bir türlü bilemedik. İlk sahip olduğumuz her sevgi de, tamam bunun içine etmeyeceğim, hızlı yaşamayacağım dedik, özen göstereceğimizi savunduk, ama işimize gelmedi.

  Şimdiye tekrar bakıyorum. Tonlarca sevgi, tonlarca dokunuş, tonlarca güven. Ama hiçbirine sahip çıkacak bir insan yok...
Şimdiye tekrar tekrar bakıyorum; yapayalnızız. Artık korkar olmuşuz sevmekten, günah gibi işlemiş bedenimize. Boşluklara düşmüşüz, boşluklarımızı dolduracak insanlar aramışız, onların canlarını yakmışız...

  Şimdi bakıyorum kendime, aradan geçmiş 2-3 sene, ben hala can yakmış, ben hala kendi canımı yakmak için olur olmadık insanlara boşluğumdan dolayı kendimi kaptırmış, kendi kendime soyutlamışım benliğimi güzelliklerden...

    Soktuğumun hayatı, soktuğumun insanları, soktuğumun duyguları. O kadar seviyorum ki kızsam da kendimi alamıyorum tüm bu yaşananlardan....
        Yalnızım; ama bir o kadar yalnız değilim. Kendi içimde dolduruyorum bütün boşluklarımı, dolduruyorum ve sabahları kusarak uyanıyorum. Her yeni gün, her yeni an, her yeni insan, her yeni gülüş yeni bir sayfa açabilir insanın hayatında...
     Yaşadıkça, yalnızlaşan, yalnızlaştıkça tekrar yaşamaya dönen bu kısır döngünün tam ortasında, belki saçmalıyorum ama, sokiyim böyle işte, hayat işte... 
   Canım insan, istediğin gibi yaşamaya bak... 


                                   G

Benim adım; pişmanlıktı

Bugün günler yok, benim adım; hüsran. Bugün sevgi yok, bugün ses yok bugün seda yok. Bugün sade yenilgiler mevcut. Benim adım; yalnızlık...

   Çünkü bilinir; gözler asla yalan söylemez. Çünkü kahpe sevgiler var; yitirdiğimiz o canım kavramlar. 
Şimdi garson masa altı dokunuyor kadınların yalnızlıklarına, şimdi dilenciler hayvanca dürtüyor ulu orta kadınların kalp yaralarını...
   Bilinir çünkü; yalan herkesin gözleri önünde, ağlıyor. Gerçekler can yakıyor. Gerçekler can gibi, sızlıyor, vuruyor, kırıyor, parçalıyor.

Oysa ne zaman kaybettim benliğimi, günlerden yoktu, adım sevinçti. Bir adam, tüm ruhumu sökerken benden, kalbim ellerimde kaldı. 
Çarşaflar günlerdir değişmemişti, zevklerin ve bir anlık heveslerin kalıntıları renk renk duruyordu. 
Günlerden kırmızı, günlerden sarı, günlerden esmerdi o gün. 
  Günlerden ben değildim, ben yoktum.

Hiçbir şey hissetmemişti çocuk yüreğim, kafamı cam tarafına çevirmiştim, gözümden sakındığım yaşım akmıştı çarşafın üstüne...

....

Sonra susmuştu sesler, sonra adam susmuştu, sonra tüm kanıtlar uyumuştu. Ben bacaklarımı çektim kendime doğru, kendime sarıldım o akşam, kendimi sevdim. Kendi kendimi ısıttım. Çarşaf şahitti, camdan bana bakan ay şahitti, adam horluyordu, kanıtlar nefes alamıyorlardı.

Ne zamandı? Ne zaman...
Günlerden ayrılıktı, benim adım Hicrandı. Ben, yitiktim. 
Ben sebepsiz bir maziyi, geçmemiş bir geçmişi parçalamakla meşguldüm. 

Ben yorgundum, ben yoktum, günler hızlıca geçiyordu isimsiz, ben kusuyordum. İçimde o geceden kalan keskin kokuları akıttım . 

Artık acıtmıyordu geceler, artık acıtmıyordu bilinmez davranışlar. 

Kızmadı bana, gittiğimde kızmadı. O hala uyuyordu, kanıtlar tüm ruhumu kesiyordu. Kanıyordum, çarşaf şahitti, gece şahitti, kalbim idam kararını bekliyordu. Bitme zamanı gelmişti. 

   Ve ben sadece öylece durup sustum.
Yaram sustu, kesiklerim sustu, kırmızı sustu, meniler sustu, adam sustu, kanıtlar sustu...
  Kamera durdu, ve ben ilk kez dokundum içimde ki karanlığa...
İçimde ki kemirgen duygulara ilk kez dokundum..

Ne zamandı sahiden! Ne zaman....
Bugün günlerden suskun, benim adım acı...

   Bazen susmak gerekir, bazen bilmene rağmen tüm gerçekleri, bazen kendine zarar vereceğini bile bile durdurmak gerekir içindekileri...

Şimdi hatırladım...
Günlerden Cumartesiydi; Benim adım fahişeydi.
   Tüm renkler öldürülmüştü bir çarşafın kıvrımlarında...
Ve ben; konuşmuştum. 
   Ayaklanmıştı acılarım, ayaklanmıştı kalbim....

Şimdi hatırladım...
Günlerden karanlıktıı. Benim adım; pişmanlıktı....
Ve ben; susturulmuştum...


             G

İnsan kendini yalnızca insanda tanır

İnsanlar yalnızlığı kovalıyorlar, saat gece yarısını geçmiş. Ben uyuşmuş dudaklarımı kemiriyorum. Gözlerim kapalı, konuşuyorum kendimle...
   Yalnızlığı kovalıyorum bende... Zaman ne de çabuk geçmiş, yalnızlık ne de çabuk yayılmış insanlar arasında. Artık yalnız olmak moda olmuş, sevglisi olanlara acıyor insanlar. 

   Oysa içten içe, hep aynı söz fısıldanıyor kulaklarda
Keşke; benim de bir sevim olsaydı...

   Çünkü ilk zamanlarda biz hep kendimize yettiğimizi düşünüyoruz, yeterim lan kendime diyorsunuz, yapabilirim lan, bir insanın elleri mi mutlu edecek beni? Bir insanın tebessümü benim olunca, öyle mi hissedeceğim mutluluğu...
   Sonra bir insan çıkıyor karşınıza, ellerini hiç tutmamışsınız, gülümsemesi size hiç ait olmamış... 

İçten içe; hep o sözü fısıldıyorsunuz...
   Keşke; bana ait olsaydı tüm mutluluğu...

  Çünkü bi zaman sonra; en yakınınıza bile itiraf etmekten korktuğunuz o duygu geliyor başınıza:

" Ben artık kendime yetemiyorum. Bana kendimi yeniden kabuğumdan çıkaracak o adam lazım. o kadın lazım bana, gülüşü lazım, beni mutluluktan öldürecek sözleri lazım, beni zevkten çıldırtacak dokunuşları lazım...."

  Çünkü lazım...
Hiç biriniz yetemiyorsunuz kendinize; hiç biriniz güçlü değilsiniz. Hiç biriniz baş edemiyorsunuz yalnızlıkta, hiç biriniz göz yaşlarınıza hakim olamıyorsunuz..

Başka açıklaması yok, başka bir sözü yok bu işin...

Goethe'nin de dediği gibi: İnsan kendini yalnızca insanda tanır. 

 Ötesi sessizlik, öncesi ise pişmanlıktır...


              G

Bu iste bir yalnizlik var

Simdi kirik dokuk her ani, yollar sirilsiklam.... Pacalarim pismanlik icinde, saclarimdan damla damla akiyor ustume sinmis ozlemin...

BIr subat aksama yelken acmis. Icinde buyudugum sehir hic silmemis acilarimi... Hala seni ilk gordugum yerde gozyasim... Hala bana biraktigin ilk yara duruyor o sokak basinda...oysa sucu kime atmali, hep kucumsenen bu sehir, yaralarimi hic sarmamis... Artik acimayan bileklerim hep gizleniyor uzun kollu kazaklarin ardinda... Ben biliyorum, istanbul unutmuyor o puslu geceyi... Senin haberin yok

Gozkapaklarim yorgun, tirnaklarimin arasinda birikiyor yalnizligim... Yoksul yuregim, titrek dudaklarim senin yalnizligindan yadigar bana... Ben biliyorum, istanbul unutturmuyor o caresiz cehremi, senin haberin bile yok

Her gece inancimin karnini desip, yalvariyorum karanliga, susuyorum. Sana susuyor ozlemini kesiyorum saclarimin ucundan... Gozlerimden damliyor caresizligim... Ben biliyorum, istanbul goruyor, senib haberin bile yok...

Neresinden tutmali simdi ellerinin, bilmedigim tenini neye benzetmeli simdi. Gulusun bana ait olsa yine kalirmiydi oyle... Kokun yakisirmiydi tenime, suskunlugun yine boyle deser miydi yaralarimi, kalbim heyecandan nasil atardi sen koynunda uyuturken beni... Sesine alisirmiydi hemen kulaklarim. Dudaklarini saatlerce opmekten yorulurmuydu dudaklarim. Senli geceler mutluluktan akar miydi gozyasim gogsune, yakisir miydi gozyaslarim ellerine. 

Ben bilmiyorum, Istanbul guluyor hayallerime, senin tenin senin kokun baska bedenlerde...

Haberin bile yok, haberinin haberi bile bilmiyor. Ben kaniyorum. Insanlar kanayan yaralarima bakip bana aciyor...

Iste boyle zamanlar uyumak istiyorum... Sadece uyumak....ve bir daha hic uyanmamak...

Ve boyle zamanlar unutmak istiyorum kendimi, susturmak istiyorum hayallerimi, icimde buyuttugum seni sokup atmak istiyorum icimden...
Ben seni hic tanimamis olmak istiyorum, ben ayni sehirde bile nefes almaktan kacinmak istiyorum. Gitmek istiyorum buralardan, senden, kendimden...

Kendimden bi cirpida vazgecerken, senden vazgecemiyor yuregim. Istanbulun bana unutturmadigi acilar demirden bir zincir. Gidemiyorum, beceremiyorum...

Hayalin geliyor aklima., ben bile guluyorum kendi halime...

Merhaba bayan, bugun yine kurdugunuz hayaller cok guldurdu bizleri. Yarin gece tekrar ugrayiniz. Acilarinizi lutfen evde birakiniz. Iyİ aksamlar dileriz.

G

Bazen kelimeler bile bekler ölümü

Bazen kelimeler bile bekler ölümü, bazen ağızdan çıkmaz laflar, bazen çok ağırdır yenilgiler…

Sen canım adam, sen gözlerinde saklarken tüm hislerinin silik haritasını, ben çok iyi okuyabiliyordum seni kendi gözlerinde. Öyle masum öyle yitik bir duyguydu benim içimdeki…

Zaman dururdu, o an ilaç olamayacak kadar ağrılıydı. O an içimdekiler susturulamayacak kadar yitikti, keskindi.

Ve ben keserdim o an bileklerimi, keser ve tüm kanımdan akıtırdım ağır kokulu hüzünlerimi… Sonra kendime kızar, emerdim ağır ağır.

Sen canım adam, sen hangi kadının ellerinde çizerdin ki kaderini… Nasıl bir kadın hak ederdi ki senin gözlerini, nasıl bir ruh iyi gelirdi sana…

Ben hiç tanımamış olsaydım eğer içimde ki en ağır yenilgileri, yatağımda her gece rahat dalabilirdim eşsiz uykulara. Sen akmazdın ağır ağır yastığıma, sen benzemezdin siyah nevresimini giyinmiş uzak bir yalnızlığa…

Sabah olmuş, gözlerimden akan derin acılar, yol yapmış yastığa… Hepsi de kapalı, tüm yollar çıkmaz, tüm yollar sonbahar, tüm yollar soğuk…

Rüzgar kokuları hep karıştırırdı birbirine, kaldırım diplerinde birikmiş yaşanmışlıkları hep başka yere iterdi. Ben bilirdim, rüzgar her gece fısıldardı kulağıma. Bilmeyenler rahatça yürürdü kaldırım diplerinden. Ben basamazdım, ben korkardım. Bir yerlerde kalmış bir hatırana basarım diye, bir yaşanmışlığının kollarını koparırım diye…

Şimdi kelebeklerin kanatları kopmuş, şimdi kedilerin kuyrukları kesik, şimdi kaldırımlarda ki yaşanmışlıklar kokuşmuş, şimdi gözlerim leş gibi, şimdi gözlerine değen gözler titretiyor içimde ki en adam yerlerimi…

Sabah olmuş, ellerimden akan hasretin, yol yapmış bedenime... Hepsi de kapalı, tüm yollar çıkmaz, tüm yollar sonbahar, tüm yollar soğuk…

Sen canım adam, şimdi sen hangi mevsimin hangi iklimini yaşıyorsun dört duvar yaşamında, şimdi sen hangi kalplerin dudaklarını öpüyorsun ağır ağır…

Söyle şimdi bana, benim tüm yollarım çıkmaza sürüklerken hasretlerimi, sen hangi kadının yollarını açıyorsun sonsuzluğa…

Hangi yüreklerin anahtarı olmuşsun sen, açıyorsun kapıları bir bir. Ben dört duvar hayatımın içinde, zamanı kovalarken, sen kimlerin yenilgileriyle dertleşiyorsun bir gece vakti…
Ben senin yaşanmışlıklarına bile el kaldıramazken, şimdi söyle canım adam, sen benim en ağır yaşanmışlığımı nasıl öldürüyorsun o çocuk ellerinle…

Gece olmuş, kalbimden akan iltihaplar, yol yapmış ruhumda… Hepsi de kapalı, tüm yollar çıkmaz. Sen en kirli beyaz, kelimeler en ağır infaz, ben ölümü bekleyen bir kelebeği, camdan içeri alıyorum…
Ellerimde can veriyor, kanatlarını bırakıveriyor avuç içlerime, gözünden akan son damla yaşla ıslanıyor; m u t l u l u ğ a g e b e h a s r e t i m.



                               " G"

Sensiz geçen her güne küfürlerim var benim

Şimdi hangi tarafı yalan söylenenlerin. Şimdi kimlerin elleri daha sıcak, hangi bakışlar mest eder çehreni, hangi rüzgar getirir bana hiç bilmediğim kokunu....

 Sen bilmezsin, benim ter kokulu şiirlerim var. İçinde bir ihtimal senin o derin sıcaklığın. Yazmaya çalışmış minik parmaklarım.

Sen bilmezsin, benim umut dolu hayallerim var. İçinde bir ihtimal senin o hayat veren gülüşün....

  Şimdi neyin peşinden gitmeli, kimleri yüceltmeli, kimelri kırmalı....
Hiçbir şey kalmamış; bunca hasret, bunca acı....

   Hiç kimse silememiş ruhuma bırakığın derin hasarı...
Yada ben hiç kimseyi koymak istememişim yerine....

  Öğrenmişim; seninleken sensizliği
Alışmışım; sen bu kadar yakınken ellerimi ceplerimde tutabilmeye

  Susmuşum, geçmişe susmuşum, yaralarıma susmuşum...
Paramparça kalbimi saklamaktan gelmişim sana ben
Kimseye açamamışım gözlerimi.... Ben sevgisizlikten, kendimi sıyırmışım da öyle gelmişim.

  Sen bilmezsin, benim kabuk tutmamış yaralarım var.
Her gülüşünde biraz daha kan sızdıran
Her sessizliğinde, dolan gözlerim...

  Bilmezsin, sensiz geçen her güne küfürlerim var benim....

Ve keşke bilsen dediğim;

    Kalbinin küçücük bir yeri olsa, orada bir ömür yaşayacak kadar yüreğim.... 


                                                   G

Maalesef; Hala hayattayım

İnsan neden yazma ihtiyacı duyar düşüncelerini, o kadar çok düşünce geçiyor ki bir dakikada aklımızdan... Ve bu düşünceler gözlerimize, tebessümümüze, ellerimize bir ayna gibi yansıyıveriyor. Canımız acısa, onu en derinimizde hissediyoruz. Ama acıyı acıdan başka bir kelime tarif edemiyor. Belki biraz gözyaşı anlatmak için doğuyor gözlerimizden dünyaya...

      Ve biliyorum ki yalnızlık, sevgisizlik, acı, hüsran birbirleriyle dost olmuş aklımın en ucra köşesinde... Ve ben dalga geçer gibi gülüyorum insanların suratlarına karşı, derinden kahkahalar atıyorum. Gözlerim saklamayı öğrenmiş hissettiklerini, donuk bakıyorum, uzaklara bakıyorum, uzaklar ırak oluyor, biraz da gökyüzüne bakıyorum. 

 Şimdi onca geçen sene, şimdi onca hayatıma giren adam, şimdi onca akıttığım gözyaşı.... Neresinde hayatımın, hangileri beni ben yapmış, hangi düşüncelerim, hangi yaşadıklarım bana katmış biraz tecrübe... İnsan akıllanmıyor canım, insan asla ders almıyor yaşadıklarından. 

   Sadece bilirim ki dönüm noktaları vardır insanın, asla unutamadığı... O küçücük anlarda ki o keskin kokusu yayılan acılarını asla unutamaz ve bu anların kendinisi büyüğüttünü bilir insanoğlu...

   Ben bir doğduğum günü hatırlıyorum, gözlerimden akıttığım ilk acıları, ilk dayağımı hatırlıyorum, götüme yediğim. O zamanlar bilemezdim nasıl bir yere geldiğimi, küçüktüm. Düşüncelerimi şekillendiremezdim, susturamazdım kafamdaki sesleri. 
   Babamın kucağında ki resimlerime göz gezdiriyorum sonra, babamın suratında sevgiyi görüyorum. Son 10 yıldır bana bakmadığı gibi bakışını. Küçükken saçlarımı hep kuruttuğunu hatırlıyorum, beni yatağa yatırıp hiç bilmediğim masallar anlatışını....

 Ben pamuk prenses ve yedi cücelerle, rapunzelle büyümedim ki hiç, babam hep bana dertlerini anlatırdı. Masallarım babamın dertleriydi benim, onlarla büyüdüm ben, acılarla büyüttü babam beni, kızım dedi, canım dedi. Ben büyüdüm, baba demeyi öğrendim, bir daha da bana asla kızım demedi...

   Adamlarıma bakıyorum ardından, her adamın parmak arasında gezinen saçlarımın hislerine adıyorum kendimi. Ben gözlerimi kapattığımda hangi ellerde hissedeceğim babamı diye bekliyorum. Olmuyor, hiçbir adam bana dokunamamış babam gibi... Gözlerindeki sevgi, ellerinde ki huzur, kalplerinde ki sıcacık sevgi dolu odalar bana hiçbir anlam katmıyor... Ve ben hep gidiyorum, terkediyorum kendimi....

        Sevdiğim ilk adama bakıyorum sonra, ellerinde büyüdüğüm, beni ben yapmamda çok büyük emeği olan o biricik adama, gençliğimin baharında, cansız bedenini battaniyeye sarıp gözlerimin önünde küçük bir kutuya koyuşlarını hatırlıyorum. O orda karanlkta korkar diye yanına beni de koymalarını istediğimi hatırlıyorum. Onun hissetiklerini hissetmek için kendini dolaba kitleyişlerimi hatırlıyorum. Canımın en fazla o an acıdığını hatırlıyorum. Onu benden koparalı hayattan ne kadar nefret ettiğimi hatırlıyorum. Hayatı bana güzel kılan tek şeyi, kara toprağa gömdüklerini ve ben keşke toprak canlansa da benim canımı kussa dediğimi hatırlıyorum. Hala kanıyor yarası içimde, ben hala onun beni bıraktığı yerde; leş gibi kanıyorum. 

       Yılların bana kattığı sevgisizliği, yılların bana kattığı şerefsizliği, yılların bana sürdüğü acıları, yılların bana bıraktığı piç hüsranları taşıyorum ben sırtımda, geceleri bütün maskelerim kayboluverdiğinde, ben bile tahammül edemiyorum kendime. Ben bile tiksiniyorum kendimden, yaşadıklarımdan, ben bile utanıyorum bu kadar çaresiz, bu kadar kötü oluşumdan. Canım, gözyaşlarım gözlerimde kuruduğunda, burnum tıkanıp nefes alamadığımda, ağzımı bantlayıp bu sabah ölü uyanacağım diyerek kapıyorum gözlerimi... 

              Maalesef;  Hala hayattayım.....


                                   G

Ben sessizce, sen konuşarak; ; haydi sevelim birbirimizi

Sen susuşunla bile bir şeyler söylerdin. Bense istemezdim hiç susmanı, sen sustukça yüreğime bir karanlık çökerdi, şehre bir sis, yatağıma bir yılan gibi girerdin sessiz...
   Bilemezdim, affet! Bilemezdim sevdikçe canını yaktığımı, oysa ben seni sevmeye söz bulamazdım. Ben susardım ve severdim seni. Sözcüklerimin arasında, gözlerine baktığımda, sigaramı yaktığımda, gece yattığımda, müziğin sesini açtığımda.. Ben ne zaman sussam, o zaman bağırırdım işte seni sevdiğimi...
     Bilemezdin, senin içindi o şiirler! Biraz ter kokardı, biraz korkakça yazılıp çizilmişti sözcükler, biraz hüzün biraz tebessüm vardı içlerinde

             bir gün seni göremezdim, ruhumda siyah kanatlı kelebekler çırpınırdı. Gözlerin uzakken gözlerimin silik haritasına, ben hep geceye yenik düşerdim. Ben en çok geceleri sustuğumda sevdim seni.

   Şimdi susuşuna yenik düşmüş gözlerim, bilemezdim. Çocuk yüreğimin farkındaydın oysa. Ben henüz toydum, ben henüz hazır değildim belki de seni sevmeye, ki sen henüz hazır değildin beni kabullenmeye. Sen susardın ben gözlerini okurdum. Ben konuşurdum, sesim yankılanırken kulaklarımda gülüşünü izlerdim hayran hayran.

   Bilemezdin, henüz bilmiyordum sevmeyi. Nasıl sevilir gerçekten, nasıl tutulur bir kalp zarar vermeden; bana kimse öğretmedi. 
    Oysa sevgi dolu bir çocukluk geçirdim zamanında. Birine sevgimi göstermek için koşar koşar sarılırdım sıkı sıkı. Kokusunu çekerdim içime... Kollarımı açamayacağım kadar açmak sevmekti işte benim için. O yüzden seni her gördüğümde kollarımı kocaman açmak isteyişlerim. Seni kocaman sarmak isteyip kokunu içime çekmek isteyişlerim. Küçükken ben istediğim her şeye sahip olamayacağımı öğrenmiştim. Bir oyuncak öğretmişti bana, ufak bir sakız belki de... 
        Ama sevgi, ama nefret ama hüzün bunlara hep sahiptik, biz sadece duyguların değerini bilemedik.

   Haydi bir gün otur karşıma, otur ve anlat bana başından geçenleri. Ben ise karşında oturup, sessizce sevmeye devam edeyim seni.
                      Ben sessizce, sen konuşarak ; haydi sevelim birbirimizi...


4 Temmuz 2014 Cuma

Göğe Bakalım...

Bazen insan olmanın verdiği avantajlar, bizim için büyük dezavantaj olabiliyor... Bazen kaybolduğunu hissediyorsun. Bazen yaşamının amacını unutuveriyorsun, boşluğa düşüyorsun..Kendini tanıyamaz oluyorsun, Eski seni özlüyorsun, o her şeyden zevk alabilen, herkesi sevebilen, yaşamayı seven, gökyüzüne bakıp derin bir nefes alıp şükür eden ruhunu kaybettiğini hissediyorsun. O bazı zamanlar, dört duvarlar arasında oturup yaşadığını zannediyorsun...
  Sevgili çocuk, yanılıyorsun... Hepimizin böyle anları, dakikaları, saatleri, ayları belki de yılları oluyor.. Çağımızda bunların hepsine birer isim takılmış. Depresyon denmiş, alt dallarına ayrılmış, panik atak denmiş.. Bunlar hep yalnızlıktan oluyor, bunlar hep ters giden bir şeylerin farkında olup, onu durduramadığımız zaman oluyor. Kime baksak hasta, kime baksak dertli, kime baksak mutsuz... Oysa kimse de çıkıp demiyor. Allah'ın sana kendinden üflediği ruh nasıl hasta olabilir? Olamaz çocuk... Bunu yapan yaşadığımız çağ, insanlar ve bizleriz...
   Unutuyoruz, küçücük şeylerden mutlu olabilmeyi.. Konuşmanın, muhabbettin, sevginin, vicdanın, merhametin aslında ne kadar büyük ve güzel duygular olduğunu unutuyoruz. Artık her şey elimizin altında...
  Eskiden bir sinemaya gitmek ne kadar güzeldi, şimdi dört duvar odalarımızda, internetten izliyoruz..
  Eskiden oyunlar oynamak ne kadar güzeldi, ailecek oturulur, monopoly oynanırdı, tabu oynanırdı, uno vardı bir ara... Şimdi oyunları bile online oynar olduk.. Birbirimize can atıp duruyoruz fakat bir merhaba demekten aciziz.
  Eskiden mektupla yazışırdık uzakta olan arkadaşlarımızla, şimdi nasıl olsa hepsi bir tık ile elimizin altında, herkesin hayatlarını takip edip, onlarla konuşmuyoruz. Aslında her şeyi bilir olduk, soracak şey bulamıyoruz. Konuşmak yerine beğenir olduk, hal hatır sormak yerine göndere basar olduk... Dışarı çıkıp temiz havayı ciğerlerimize çekmek yerine, internetten şu an olmak isteyeceğiniz yerlerin resimlerine bakıp hayaller kurar olduk...
   Sahi neden böyle olduk? Bizim çocukluğumuzda sokaklarda paso oynardık, yerden yüksek oynardık, lunaparka giderdik, şimdi teknolojinin kurbanı çocuklara bakıp, üzülüyoruz...
  Bunu biz insanlık yaptık kendimize...
 Haydi şu perdelerinizi açın, gökyüzüne bakın... Göğe bakma durağınız olsun bir tane....
 Güzel bir çay demleyin, en sevdiğiniz kupaya doldurun. Bir kitap alıp, temiz havada bir kitap okuyun...
   Ya da tam şu anda uzun zamandır görüşmediğiniz bir arkadaşınızı arayın, sesini duyun... Bir şeye basmadan, beğenmeden, onunla uzun uzun sohbet etmek için buluşun. Birbirlerinizin suratına bakarak gülün, ekranların ardına saklanmayın...
   Anınızın tadını çıkartın, anınızı bölüp resim çekip onu koymakla uğraşmadan...
Şimdi sevin, sevilin, sevgiyi hissedin.
    Şükür edin canım insanlar, şükür edin... Gözlerinizi kapatın, kuşları dinleyin, cırcır böceklerine kulak verin, bulutların figürlerine bakın, dalgaların dansına, izin verin rüzgar saçlarınızın arasında gezinsin..
    Hayat güzel, çok geç olmadan, çıkın şu ördüğünüz dört duvarlardan, yaşamaya kaldığınız yerden devam edin...